“Bir yer aradım. Dolandım. Durdum. Sanki buldum. Önü açık. Ferah.”
“Bıraksan kedi ile konuşmayı artık; dondum.”
“Kedi ile konuşmuyorum ki, kedi konuşuyor... ‘Retweet’le demiyorum ama bir ‘like’lık gülümse bari.”
“Böyle konuşursan gençleri anlamış oluyorsun yani!”
“Canım güldüreyim dedim işte; sen de!”
“Buz kestiğim için yüz hatlarım gerildi; ondandır.”
“Birbirleriyle konuşurken ‘mav’ları uzatıp, bizimle konuşurken niçin kısa kesiyorlar acaba?”
“Bence sözlerini kesiyoruz hareketlerimizle! Birbirleriyle konuşurken lâfı uzattıklarında hiç kıpırdadıklarını gördün mü?”
“Kuyrukları hareket etmiyor mu? Sahi hiç kuyruğun olsun istedin mi?”
“Aman babaa, kaçıncı kere söyleyeceksin; tamam, haydi bir daha anlat. Google gibisin vallahi, sık anlattıkların hafızanda öne çıkıyor, gidip onları bir daha çağırıyorsun!”
“N’bileyim, ne ortak oluyorsun kuyruk hayallerime; ne de sevmediğini söylüyorsun; hep kısa kesiliyor; ben de bi daha deneyeyim diyo...”
“Özel bir kuyruk berberi olacaktı, değil mi? Kılları uzun kalsın, kısa kalsın; ortaya kadar düz, sonra kıvırcık olsun; özel takıları olurd...”
“Bunlar tamam; ama en önemlisi, heyecanlandığımızı gizleyebilir miydik acaba kuyruğumuz olduğunda?”
“Aman canım, yüzünün kızarmasına engel olanlar yok mu, veya yüzü hiç kızarmayanlar?”
“Kimbilir futbol veya basketbol oynarken başka hangi kurallar gelirdi; hatta, tamamen kuyrukla oynanan yeni spor dalları çıkmaz mıydı acaba ortaya?”
“Aaa sahi, belki bu yeni dalda kadınlarla erkekler karışık oynayabilirlerdi. Yok yok, o dalı da kendinize benzetirdiniz kesin!”
“Güzel ama, değil mi?”
“Bilmem ki baba, güzellik ne sence? Böyle hemen ortalıkta, açıkta, alenen, çat-kapı görebileceğimiz birşey mi; yoksa bir yerde gizli mi? Defalarca bakman mı gerekir görmek için? Meselâ bin kere baksan, bininde de güzel der misin güzel bulduğuna; yoksa bir ana, o ana ait midir? Ve o anı bir kere yakalarsan, bir kere rast gelirsen, her baktığında hafızandan o tek, o eşsiz anı çağırıp, yeni gördüğünün üzerine mi kopyalarsın?”
“Hımm... Geçenlerde whatsapp fotoğrafına bakıyordum. Hatta yazdım da sana, çok beğendim diye, hatırladın mı? Fotoğrafını değiştirdiğini farkettim. Galiba, ‘bunu da çok beğendim’ diye yazdım. Şimdi sen söyleyince, düşünüyorum da, sanki seni ilk defa görüyormuş gibiydim o an. Yok, yok, tam böyle değil. Sanki sabah uyandığımdaki o ilk birkaç saniye gibi. Sanki bir âlemden başka bir âleme geçerken, geldiğim yerden yanıma sana ait hiç bir şey alamamış gibi. Uyandığın yerin farkına varır varmaz, rüyâlarını unutmaya başlarsın ya. Sanki seni bildiğim, seni hatırladığım senden başka bir sana geçer gibi. Ayıldığında önce geçtiğin yeri görüyorsun, sonra geldiğin yerde yaptıkların yavaş yavaş gözünün önünden siliniyor. Fotoğraflarını bu nedenle saklardım senin küçükken. Yeni gördüğüm sen, eski senleri silerdi sürekli olarak. Halbuki onlar da sendin, yüzlerce anda yakalanmış, binlerce, onbinlerce sen. Herbirine her baktığımda, baktığım zamanları ve baktığımda ne gördüğümü de kaydetmek isterdim diye yazmıştım bir yere.”
“Haydi gel bir selfie çekelim o zaman! Ben notumu aldım. Bu fotoğrafa baktığımda, ne çok rahat, ne de huzursuz olduğumu hatırlamak istiyorum. Bütün işlerim yarım, eksik; tamamlanmak için beni bekliyorlar. Balığı bol bir kıyıda, misinası kördüğüm olmuş birisinden balık bekleyen kedi sabırsızlığındayım.”
Beray Aytek/ Ali Rana Atılgan
27-28 Ocak 2020
Kuzguncuk